26 Ekim 2011 Çarşamba

saçmaladım

Zaman zaman neden bir bloga sahip olduğumu düşünüyorum. Kimse yazdıklarımı okusun istemiyorum aslında. Bir şey yazdıktan sonra bağlantıyı facebook hesabından paylaşanlardan ya da paylaşmak isteyip yazamayanlardan da değilim. Yazmak ve paylaşmamaktı eskiden yaptığım. İyi ama paylaşmayacaksan, insanlardan okumalarını talep etmeyeceksen, daha da ilginç olanı görüp de okumasalar daha iyi olur diyeceksen bir blog sahibi olmanın ne gereği var?

Kendi kendine yazacaksan yaz; ama paylaşma yazdıklarını sana özel kalsınlar. Neden kimse okumasın dediğin bir şeyi paylaşıyorsun ki. Kafanda kurduğunla da kalabilir yazmasan da olur. Bunları düşüne düşüne yazmaktan da soğuttum kendimi. Kendimle dertleşmek, konuşmak bu yaptığım ve kimse bilmesin isterken neden yazıp kaydettiğimi, okumaya açık hale getirdiğimi anlamıyorum. Yine de yazıyorum "yazsam mı?" diye düşünmekten kurtulmak için aslında. Belki de saçmalıyorum; ama ne fark eder ki? Burda biz bizeyiz dersem de ben ve yine benden bahsetmiş olurum birkaç kişiymişim gibi.

...ve yine kimse okumasın isterim zira fazlasıyla saçmaladım, ben bile dönüp okumayacağım belki yeniden. Yine de yazdım, açtığım bu hesaba karşı bir sorumluluk hissiyle. İhmalkar bir annenin çocuğuna karşı hissettiği suçluluk psikolojisiyle...

Kapatasım da gelmiyor hesabımı. Neden? Gerçekten, hiçbir fikrim yok...

10 Haziran 2010 Perşembe

Hatıra Kutumun En Yeni Parçası...

Garip…

Az önce hatıra kutumu açıp yeni bir hatıra ekledim içine. Kim derdi ki o kutunun içine nikâh şekeri girecek…

Geçtiğimiz cumartesi ilk kez bir nikâhta cidden içim tuhaf oldu, ağlamak istedim. Yaşlanıyorum herhalde yahu. Ben böyle şeylerden duygulanacak insan değildim. Ama bir tuhaf oldum işte ağabeyim dediğim insanı o masada görünce.

Canım ağabeyim, antrenörüm değildi aslında hiç yüzmedim onun öğrencisi olarak; ama yine de bir numaralı antrenördü benim için. Havuzun belki de en sıcakkanlı adamı… Gökhan Abi diyince hepimiz için akan sular durur. Bir sarılır ki, böyle içten, böyle samimi, böyle sevgi dolu sarılamaz başkası. Havuzdan uzak kaldığım müddetçe en çok özlediğim adamdı kendisi.

Nikah davetini görünce de duygulanmıştım. Canım ağabeyim evleniyor mu yani şimdi, demiştim. Kolunda zevcesi masaya ağır adımlarla yürürken, evet derken, eşiyle dans ederken de boğazıma bir şey düğümlendi. Herkesin elini sıkıp tebrik etme merasimi vardır ya; tanımadığım büyüklerimin elini sıktım önce sıra ona geldiğinde hocam dedim, sıkı sıkı sarıldı bana. Nasıl özlemişim, ne desem bilemiyorum da; nitekim yalnızca hocam diyebildim. “Hoş geldin canım…” dedi tebrik ettim sağ ol bir tanem dedi. Tamam dedim ağabeyim aynı adam hala; ben onun canıyım, bir tanesiyim, Beste’siyim… Çenem titredi ama ağlamadım, sırada da bekleyenler vardı fazla kalamadım. Uzaktan izledim sonra Gökhan Abi’mi. O mutluydu, o mutlu diye ben de mutluydum… Ve işte anı kutuma girmesi için nikah şekerini alıyordum sepetten…

Zavallımın soyadını nikah memuru bile yanlış okudu, kaç kez tekrar etti bir de. Yahu kadın, tüm izleyenler gülüyor, anlasana bu işte bir yanlışlık var. Ama yok anacım, ısrarla Kına dedi durdu. Her diyişinde de canım ağabeyim daha da kızardı, gülümsedi, yavaşça başını iki yana salladı. “Kinna be Kinna” diye benim müdahale edesim geldi zor tuttum kendimi.

Kokteyl vardı nikâhtan hemen sonra. Yorgundu ağabeyim, derdi başından aşkındı belki, telaşı sonunda nihayetine ermişti rahatlamıştı ama tadını çıkaramıyordu henüz; yine de gece boyu güldü. O mutluydu, ben de mutluydum… Ama gelin hanım da aksi gibi hiç gülmedi! Bekledim elini sıkarken gülümser belki diye umutla baktım yüzüne; ama yok… Diyorum ya yorgunlardı belki, nasıl sıktıysa bu düğün hazırlıkları ikisini… Yine de en mutlu günün bu gün gülsene azıcık! Çiftlerin birbirini dengelemesinden kasıt bu mudur acaba. Ağabeyim sıcak mı sıcak, eşi donuk mu donuk… Bize donuktur bir tek diye umut ediyorum. Mutlu olsunlar, mutlu etsin canım ağabeyimi…

Bir de Hakkı Hoca’m vardı; Gökhan Abi’m kadar sıcakkanlı değildir o. Ama bilirim sever öğrencilerini, ben de eskilerdenim, ilk sevdiklerindendim belki. Onu da gördüm nikâhta; o da evlenmiş, 1 sene olmuş hatta! Şok oldum! Ama tatlı bir hanım eşi, gülümseyince gözleri gülümsüyor. İçim ısındı onları görünce birlikte; yine duygulandım tabi ama yine ağlamadım. Böylesi duygulu (!) bir gece daha yaşamamışımdır herhalde! Yanına gittim hocamın “Hocam…” dedim “Kızım…” dedi nasıl sevgiyle bakıyor, nasıl şaşırdı ama… Sadece baktık birbirimize “Sen nasıl… ne kadar… ne olmuşsun sen kızım!” dedi. “Neredesin, ne yapıyorsun şimdi?” dedim Hacettepe sosyolojideyim hocam ama bitiyor bir senem kaldı. “Aferin kızıma! Ne ara o kadar büyüdün sen?” dedi birbirimize bakıp sırıttık anca 32 diş… Tülin Teyze yetişti bir iki cümle etti yerime Hakkı Hocamın gözü hep bende ama… “Ben getirdim Beste’yi” dedi,”daha doğrusu kendi istedi ben de aldım getirdim, Hakkı abimin de yanına gideyim onu da göreyim dedi” açıklamasında bulundu. Hocacığım da diyor ki “ne iyi etmişsiniz… ne güzel yapmış… canım kızım… ne güzel oldu… evet…”

Bir de nikahtan önce Eren Abi ile karşılaşmam var ki, fena… Herkese hoş geldiniz diyor, muhabbet ediyor. Benim önüme gelince durdu “Sana hiçbir şey diyemiyorum…” dedi ikimizde bastık kahkahayı. Kardeşimi sordu nerde hayta diye, dedim havalıdır o ne işi var düğün dernek işlerinde, havasını alırız onun dedi. Giderken de herkese selamlarını gönderdi, beni kucakladıktan sonra tabi…

Üstüme de siyah bir etek ve straplez bluz giymiştim, tüm dövmeler açıkta tabii! Bir ara bir el dolandı yıldızlarımın üstünde, arka fonda “bir, iki, üç…” sesi eşliğinde. Bir döndüm ki Osman Abi’m onla da sarıldık yanağımı falan okşadı. “Canım Ağabeyim” 2 modunda J Senelerce aynı kulvarda yüzdük biz onunla, aynı takımdaydık yaşça büyüktü benden ama kaptan bendim. “Hadi Beste ısıt beni” demişti takımdan kimsenin gelmediği bir gün, utanmıştım nedense “Ama Osman abi kimse gelmedi ki…” “ İkimiz varız işte! Hadi Kaptan!” bir daha gidip soyunma odasına bakayım demiş kaçmıştım yanından… Hey gidi hey, ne günlerdi… Osman Abi’m karşımda durmuş “Bu da Alexandra, nişanlım…” diyerek yanındaki sarışın şirin mi şirin kızla tanıştırıyordu şimdi beni…

Bir de bir de (az kaldı unutuyordum ayıp bana) Kürşat Abim canım abim vardı o da öptü beni gelip. Canım abilerim ya hepsini de özlemişim... Erhan abim de olsaydı orada keşke...

Herkesden aileme selamlar, bir adet nikâh şekeri ve hatıra fotoğrafıyla döndüm eve. Hiç aklıma gelir miydi bir gün Gökhan ağabeyimi evlendireceğim… Hadi onu bırak Hakkı Hocam’ın evlendiğini göreceğim… Onu da geçtim Osman Abim’in nişanlısıyla tanışacağım… Yok, aklımın ucundan geçmezdi! Etraftaki pek çok tanımadığım insanın benim hakkımda konuşacağı, beni tanıyanlara kim olduğumu soracağı aklıma gelir miydi peki? Ehehhehe onu da tahmin etmezdim evet; ama biraz kısık sesle sorsalardı keşke kim olduğumu da ben de bir sürü yerden duymasaydım aynı soruyu ya da ne bileyim o kadar çok kişi bakıp bakıp durmasaydı önce sırtıma, sonra yüzüme… Ne garipti o gece…

Dip Not: Hatıra kutumu tekrar düzelttim bu vesileyle, içindeki en hüzünlü şey dedenin anahtarları… En değerli şey ise bir adet çekirdek… Bir çekirdek bile tek bir insanı hatırlatabiliyor, bütün canlılığı ile hem de… Garip değil mi?

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Hayal, Oyun, Edebiyat


Hayal; gerçeklerden daha çekici olan, kurulan, yalnızca sizin isteklerinize göre şekillenen...

Oyun; sıkıldığınız an yardımınıza koşan, kimi zaman yalnız, kimi zaman iletişim kurarak yaptığınız faaliyet.

Edebiyat; okulda pek de hoşlanmadığınız bir dersin adı, kelimelerden bir dünya yaratma sanatı...

Bu üç kelimenin bir araya geldiği bir eğlence biçimi var. "Role Play Game" yani rol oynama oyunu. Kısaca açıklamak gerekirse; bir dünya kurgulayıp, o kurgunun içine girmek, kurguyu başkalarıyla da paylaşarak karşılıklı etkileşimle daha da geliştirmek...

Rpg bir oyun şekli. Farmville gibi facebook oyunlarına benzemediği gibi online savaş ya da strateji oyunlarına da benzemiyor. Bu oyunda bir şeyler alıp satmak, para biriktirmek, anlamsızca sağa sola tıklamak, bir yandan sohbet ederken diğer yandan sohbet ettiğin kişinin oynadığı karakteri öldürmek, hatta online oyun severlerin tabiriyle 'adam biçmek' ya da 'adam kasmak' gibi bir durum yok. Bu oyunun da hırs yapanları, fanatikleri yok değil tabi ki... Ama rpg de hırs yapmak demek yarattığın karakterin daha iyi rpler yapmasını sağlamak demek. Daha iyi betimlemeler yapmak, anlatım bozukluklarını minimuma indirmek, kelime hazinesini güçlendirmek, düşündüğün şeyi daha net ifade edebilmek demek.

Bu oyunu genellikle fantastik kurgu edebiyatına gönül vermiş insanlar oynuyor. Bu noktada ismi değişip frp oluyor sanırım (fantastik role play); ama ben o kısmına değinmeyeceğim. Hayal kurmayı seven insanlar oynuyor. Gelişmiş bir hayal gücü demek ayrıntıları tasarlayabilen farklı bir beyin, yani gelişmiş bir zekâ demek. Aynı zaman da doğru kelimeleri doğru yerde kullanmanız, doğru ifadeleri seçebilmeniz ve akıcı bir dil kullanmayı öğrenmeniz gerek. Kısacası bu aktivite edebiyatınızı da geliştiriyor. Üstelik karşılıklı eğleniyorsunuz. Kendi dünyanıza misafir kabul edebiliyor başka bir hayatın nasıl olabileceğini tecrübe edebiliyorsunuz. Kontrol sizin elinizde, fantastik öğeler önplanda olsa da aslında oldukça gerçekçi bir iş yapıyorsunuz. Hayal kuruyor olsanız da kendi içinde mantık kurgusu sağlam hayaller oluyor bunlar. Başkalarının küçük çaplı müdahalelerine izin vererek aslında yapıcı eleştiriyi de öğreniyorsunuz.

Ben rpg oyunlarının internette oynanabilecek en yararlı oyunlar olduğu ya da zararından çok yararı olan oyunlar olduğu düşüncesindeyim. Kendim de oynuyorum ve çekinmeden söyleyebilirim ki hoşuma da gidiyor.

Rpg oyunlarına ilk başladığım site bir anime çizgi filmi olan ‘Basilisk’in sitesiydi. Daha çok paylaşım platformu gibiydi o site; ama bir yandan da karakter oluşturuyor, düello ağırlıklı rpler yapabiliyordunuz. Rp düello üzerine kurulu olduğu zaman ben pek keyif almıyorum, alamıyorum aslında. Yarattığım karaktere üstünkörü bir kurgu yazamıyorum ne yazık ki. Yalnızca düello yapmaktan çok daha fazlasını kuruyorum ve paylaşamayınca sıkıntılı bir durum oluşuyordu.

Kardeşim online oyun tutkunudur. Ben ise o oyunların bağımlılık olduğunu ve hiçbir işe yaramadığını savunurum. Yabancı dilini geliştiren birkaç arkadaşım var onları tenzih ederim; ben evde asalak gibi bilgisayara bağımlı yaşayan, bilgisayar başında örümcek bağlayan diğerlerinden bahsediyorum. Kardeşimin de o asalaklardan biri olma yolunda emin adımlarla ilerlediğini görünce rpg ile tanıştırdım kendisini. Nitekim epey hoşuna gitti. Online oyun bağımlılığından kurtulup role play oyunlarına yöneldi.

Harry Potter’la ilgili rp sitelerinden birini kardeşim sayesinde öğrendim ben. Pikniğe gittiğimiz bir esnada “ Abla bir site var, Harry Potter’la ilgili ama içinde Harry yok daha ilerisine yönelik bir kurgu var. Okul yeni açılacak; sen de gelsene… Tunç ve ben kaydolduk sen de gel ne olur… Hem bir yetişkin olursa ailede, malikâne alabiliyoruz…” dediğinde olmazlandım önce bakarız ya dedim bir inceleyeyim… Bir hafta falan inceledim sanırım, sonra tamam dedim yapalım bakalım nasıl olacak. Vallahi be yalan söyleyeyim güzel oldu! Ama tam alıştım, kurguyu oturttum her şey süper gidiyor falan derken; pat, site kapanıverdi! Sonra geri açıldı ben yine aynı karakteri biraz daha farklı bir kurguyla oluşturdum; hooop site yeniden mort!

Şimdilerde yeniden açıldı site (www.harrypotter-rpg.net) yine oluşturdum ben karakterimi: Blaze Paritburn. İyi de gidiyor gibi ama belli olmaz tabi bakarsın yine kapanır; çok da alışmamak lazım… Zira ben her kapanışında üzülüyorum; artık nasıl kaptırıyorsam kendimi…

Bir romanda nasıl kendini karakter yerine koyuyor, hayal kuruyorsan rpde de durum bu. Farklı olarak burada dünyayı sen yaratıyorsun; sınırların var tabi dünyanı bir çerçeve içinde tasarlamalısın (yıl 2035miş mesela). Ama karakterine pek dokunmuyorlar.

Geçen gece, uykuya dalmadan önce kurduğum hayalleri dikkatli bir şekilde düşündüm bir an. Fark etim ki kendimle ilgili değil Blaze ile ilgili hayal kuruyorum… Bir yandan iyi bir yandan kötü… Gerçek hayatın içindeki ‘ben’i hayaller dünyasında yaşamaya mahkûm etmektense zaten hayal olan bir karakteri kendi gerçekleriyle yüzleştirmek mantıksız sayılamayacak bir seçim. Ama diğer yandan da kendini kurgulamaya fazla kaptırmak gibi…

Yarattığım karakterin bugünü ve geçmişi üzerine hikâyeler yazdım; daha doğrusu birbirine bağlantılı 3 hikâye yazdım. Kurduğum hayallerden çıktı tabi bu hikâyeler. Site içerisinde karakterlere ait adam gibi profiller ve karakter günlükleri olsa yayınlayacağım hikâyeleri. Lakin yok işte! Lejanta, yani karakter kartına, hikâyeleri yazsam diyorum; ama sığmaz biliyorum. Bir de ‘mesaj kasma’ diye bir kavram türemiş; haybeye, ota, b.ka mesaj yazıp mesaj sayısını arttırıyorlarmış. Tek amaç sayı fazlası… O da işte büyü gücüydü, paraydı, hissiyattı falan gibi zatturu zutturu şeylere etki ediyor. Gerçi insanın tamahkâr hırsları işte, ha farmville’de hile yapıp level atlamaya çalışan zihin ha rpde boşa mesaj atıp başlık kirleten ama kendi level atladığını düşünen zihin; bence zerre fark yok arada. Buyursun devam etsin tabi yapanlar; ama benim kendilerine de yarattıkları karaktere de saygı duymamı beklemesinler. Hakkınla alacağına güvenemeyip ne diye hile yapıyorsun ki? Diğerlerinden sayıca fazla olmak sana üstünlük mü kazandırıyor? Benim gözümde öküzün dik alası oluyorsun, tabi bunu üstünlük sayıyorsan öküzlerin en öküzü sıfatını veririm sana o ayrı…

Hikayeleri yayınlamak için ayrı bir blog mu açsam bile diyorum… Yalnızca rp için açmam da kurgu ve hikayelerim üzerine olur; rpciler takip eder şimdilik, sonra bir de bakmışım ki başka hikayeleri de yayınlıyorum farklı farklı insanlar okuyor… Fena fikir değil aslında ya… Böylece herkese ayrı ayrı hikayeyi atmaya; ya da 22 sayfayı hangi başlıkta nasıl yayınlarım diye düşünmeye gerek kalmaz!

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Karmakarışık evet ama kime ne ki?




Bugün ruh halim pek bir garipti, kendimi ben bile anlayamadım aslında...

Bir mutluydum, bir mutsuz, bir çirkindim, bir güzel, bir gerekliydim, bir lüzumsuz ve bir vardı kendime güvenim, bir yok...

Dedim ya anlamadım ben de...

Haftalardır, gittiğim 'Anadolu ateşi' gösterisi hakkında yazmak istiyorum ama bir türlü başaramadım. İzlerken aklıma gelen kelimeleri dökemedim kağıda. O an anlamlıydılar da şimdi hiç bir manaları yokmuş gibi geliyor. Kelimelerle anlatılamayacak bir gösteriydi.

Kime neyi açıklıyorum ki ben şimdi? Sevgili blog özür dilerim sana daha fazla vakit ayırmalıyım ama olmuyor.

Kafayı yemeye yakın bir noktada duruyorum, sadece duruyorum; hareket kabiliyetim sıfır... Elim kolum bağlı, bir şeyler benim dışımda gelişiyor...

Ne yapacağımı bilmemek mi beni bu hale getiriyor? Bir sonraki hareketimi tahlil edememek... Özlediğim birine nasıl sarılacağımı bilememek...

İşve, cilve, naz üçlüsüyle hiçbir yakınlık kuramadım şimdiye kadar. Tanınmadığım bir ortamda karizmatik olarak nitelendirilebilirim, çekici olabilirim; bugün yine gördüm bunu. Kimseyi tanımadığım bir sınıfta otururken, insanlar bana kaçamak bakışlar atarken, benimle konuşabilmek için saçmalamaya başlarken. Bir kez daha hissettim arkadaşlarım beni nasıl sevdilerse ben öyle kalmışım... Farklı davrandığım anda başlıyor sual 'Durgunsun bugün' 'Neyin var' bir şeyim yok yalnızca değişmeye ihtiyacım var... Sizin yüzünüzden olduğum yerde sayıyorum resmen. Ben komik olmak is-te-mi-yo-rum. Garip mimikleri olan, sesini değiştirerek, yüzünü buruşturarak taklit yapan kız olmak istemiyorum artık.

Potansiyel arkadaş olmaktan bıktım. İnsanların bana baktıkları anda alnımda yazıyormuş gibi arkadaş diye etiketlemelerinden bıktım. Değilim, artık değilim işte... Benim arkadaşlığımı kazanmak kolay olmayacak artık, ben mutlu etmek için uğraşmayacağım siz uğraşın yahu biraz da. Mutlu olan insanlar görünce mutlu olmaktan vazgeçmeliyim. Benim mutluluğum diye bir şey kalmadı çünkü. Fazla hümanist, fazla sizcil oldum. Bencil olmak istiyorum yahu ben birazda ben önemli olayım, biraz da ben gülümsediğimde gülümsesin insanlar. İnsanım ben... Saçma sapan şeylere takılmayacak kadar mantıklıyım belki, ama ben de kırılırım, ben de hatırlarım, gereken yerde bende kozlarımı ortaya çıkarırım.

Ergen genç kızlar gibi olmadım olmayacağım, hele şu bebek taklidi yapan şımarık gerizekalılardan asla olmayacağım. Ben küçük bir kız değilim; ben bir kadınım... Ne istediğini bilen ve istediği şeyi almak için yapmacık olması gerekmeyen bir kadın... Yanında kendim olabildiğim adamı çok özledim. Beni olduğum gibi seven, bana değerimi hatırlatan, unuttuğumda kim olduğumu anlatan adam varya hani... Hah işte onu çok özledim...

Emin olduğum tek şey bu... Neden bu kadar yoğun hissedebildiğimi ben de bilmiyorum... Hissedebildiğim tek şey bu belki de. Kendimi dizginlemek adına bu histen de vazgeçmeli miyim gerçekten? Mantıklı kalabilmek istiyorsam, evet bu gerekli sanırım

Bir şey oldu da ona mı bu tepkili halim? Hayır yalnızca içinde bulunduğum hali çözmeye çalışıyorum, içe bakış yöntemi... Kendime bakıyorum, kafamın içine bir göz atıyorum... Yazdıklarım bir bütünlük içermiyor; farkındayım. Kafam bu denli karışık işte kendimi sorguluyorum ve aynı anda sorgulamamı yazıya döküyorum. Günlüğüme değil de buraya yazıyorum. Birileri bir şeylerin farkına varsın diye belki. Ama farkındayım demesin kimse, sadece farkındayım diyebilmek için önemser tavırlar takınmasın...

İnsanlar beni sevsin istiyorum aslında, tüm insanlar sevsin beni... Yahu neden? bırak sevmesin herkes... Herkesin beğendiği kız olmadım hiç; yanımda hep çok güzel kızlar vardı ama, herkesin beğendiği herkesin mutlaka aklına yer eden kızlar. O yüzden pek çok erkek kanka muhabbeti yaptı bana sırf yanımdaki kıza yaklaşabilmek için geldiler yanıma ben de öyle öyle potansiyel arkadaş rolüne yapışıp kaldım belki. Bazen yalnız kalmak istiyorum. Yapayalnız... Tanıdığım hiç kimse olmasın ki çevremde benim kendime güvenim gelişsin otursun biraz.

Silikleştim... Kendi hikayelerim yok hiç... Günlüğüme yazdıklarımı düşünüyorum da ne kadarı bana ait onların? Çok azı... hep şu şunu bu bunu yapmış ben kitap okumuşum film izlemişim, şunun ve bunun dertlerini dinlemişim onların dertlerini derdim bilmişim ağlamışım. Ben yaşamamışım hep izlemişim 'Ben artık şarkı dinlemek değili, şarkı söylemek istiyorum...'

offfffff karmakarışığım

Ağzımın içinde boğazıma yakın, dişlerimin başladığı ya da bittiği yerde tam, damak denebilir galiba ama epey geride bir yara çıkmış. Boğazıma bir şey yapışmış hissi veriyor ilk başta su içince gider sandım sonra aynada baktım ki yaraymış ve gidemezmiş o. Kedi k.çını görmüş yara sanmış hesabı ona mı bu serzenişim. Hiç alakası yok ama olur mu olur :D Yok ondan değil tabi, kendimi sorguluyorum sadece. Hissizliğimin altındaki sorunu anlamaya çalışıyorum, kaynağa inmeye çalışıyorum.
Karışık ama bir şeyler de çıkıyor sanki...

Aman yaaa... Kime ne?

8 Nisan 2010 Perşembe

güç sizinle olsun...

Gariptir kimse Jedi oluşumu sorgulamaz herkes neden serseri diye sorar. Jedi oluşum şüphe götürmez bir durummuş gibi hissederim hep, sanki elim her an kılıcımdadır ve herkes bunun bilincindedir.

Kimsenin sorduğu soracağı yok ya ben yine de anlatayım:
Eskiden, çooook eskiden dayımla film izlemek ayrı bir keyifken dayım beni ve kuzenimi star wars'un ilk filmine götürmüştü sene yanılmıyorsam 1999'du... Obi-wan, Qui-gon, Anakin, Padme, Yoda... derken bir de bakmışım ki filmi içselleştirmişim, bir parçam oluvermiş. Medikloryanlar benim de kanımda dolaşıyormuş gibi hisseder olmuşum elimde olmaksızın... kaptırıp gitmişim

İlk filmi bir kez ikinciyi iki kez üçüncüyüyse üç kez sinemada izlemiş biri olarak bu konuda feci takıntılı olduğumu söyleyebilirim :)

İkinci film ile birlikte bir Anakin aşkı kabardı içimde ki sormayın dostlar... Siz star wars'ta ağlayan duydunuz mu hiç? Çıktığı ilk gün, ki çok iyi hatırlıyorum 19 Mayıs'tı, filme gittim ve salonda "hayır..." diye bağıran filmden ağlayarak çıkan bir tiptim. "usta Skywalker çok korkuyoruz.../(bziüuuuuuwww)" ve bu replikle bir yandan ağlamaya başlayıp diğer yandan hayır diye bağırdım ben... bu yaşa geldim hala Anakin bir başka çekici gelir gözüme engel olamam... karizmatik, zaman zaman küstah, serseri, insanvari, kötülüğe meyilli... geçtiğimiz yaz anca indirebildim duvarımdan posterlerini...

Anakin'in çekiciliği bir yana ben aslında en çok Mace Windu'yu severdim karakter olarak. Öyle bir karizma var mı ya... Özel tasarım ışınkılıcı ile bambaşka bir adam... Özgünlük hep saygı uyandırmıştır zaten benim bünyemde... Kime benziyorsun derseniz Yoda derim, kardeşim de onaylar hatta bu durumu... En sevdiğim şeye aşık olmak zorunda değilim ya da aşık olduğum şeye benzemek zorunda da değilim... Ortada garipsenecek bir durum yok yani aslında ...

Bu arada az kişinin yanında ağlamışımdır ama olur olmadık filmlerde ağlamak gibi bir huyum var ne yazık ki... bir de korku filmlerinde gülmek gibi akıllara zarar bir huyum var ki aykırılığın doruk noktası... Linç edecekler bir gün diye sinemada korku filmi izlemiyorum artık... Mantıksız arkadaş ne diye korkayım, 2 ses efektiyle yerimden ne diye sıçrayayım millet sıçrayınca gülüyorum ne yapayım... korkmak konusunda beceriksizim zaten, az insan denemedi beklemediğim anda önüme fırlayıp karanlıkta korkutmayı... Olmayınca olmuyor üstadım...

Neyse epey dağıttım konuyu. Bir konu da yoktu ya...

"Bağlanmak yasak. Sahip olmak yasak. Sevecenlik, ki ben kayıtsız şartsız aşk olarak tanımlıyorum, serbest. Yani aşka izin var." Anakin'in en sevdiğim repliklerindendir, romantiktir serseridir özenilesidir... belki de bu yüzden kendime serseri jedi diyişim bir jedi olarak görsem de kendimi aşktan kaçamayacağımı düşündüğüm için... kuralları yıktığım için, aykırı olduğum için...

Mantık abidesi olunca az dert dinlemiyor, az akıl vermiyor, az düşünmüyor, az padawan eskitmiyor insan... Filozof diyorlar şöyle bir baktıktan sonra ve saygı duyuyorlar çoğunlukla... Ayaklı kütüphane gibi ne gelirse akıllarına size soruyorlar. Hayran oluyor bazısı, gözlerinde bambaşka bir parıltıyla "eğit beni" diyiveriyor hiç düşünmeden "padawan olarak al beni" peki diyorsun ama pek azında aradığın cinsten mantık ve sabır oluyor, hatta kimi kandırıyoruz hiçbirinde sabır ve mantığı bulamıyorsun bir arada... haklısın diyor ama uygulayamıyor anlattığın felsefeleri, bir an önce padawan saçını kesip atmaktan başka derdi yok...

Ne diye saçmalıyorsam gecenin bir körü... Jedi da olsak yorulabiliyoruz... Genç yaşımda karanlıktan daha siyah gözlerimin altı... Uyku, huzur, gerçek bir dinlenme lazım bana... Zor ama gerekli... Güç sizinle, bizimle olsun